O çiçekleri bulunca dilek tutuyorduk (içimizden tutuyorduk o dilekleri, kimseye söylemiyorduk yoksa gerçekleşmez diye inanıyorduk) ve üç kez tükürür gibi yapıyorduk (hani bu toprakların yabancısı olmayanlar bilir, bir kez nazar değmesin, maşallah denilip sonra tü tü tü denilir ya, işte öyle) sonra da koynumuza, elbiselerimizin altına atıyorduk o leylakları. Bazen o kadar çok çiçek buluyor, topluyor ve koynumuzda biriktiriyorduk ki akşamları elbiselerimizi değiştirmek için çıkarırken ayaklarımızın dibi kurumaya başlamış leylak çiçekleriyle doluyordu.
Bu kez çiçekleri koparmadık tabii ki sadece fotoğraflarını çektik.
Geçen yıl oğluma ve eşime anlattım bütün bunları sonra bir dal seçip üçümüz kısmetimizi aradık. Sadece oğlum bulmuştu üç ve beş taç yapraklı leylak çiçeklerinden. Bizim çocukluğumuzdaki dilek tutma konusu onu pek ilgilendirmemişti, hatta saçma bulmuştu ama sadece kendisi o çiçeklerden bulduğu için kendisini kısmetli saymıştı, kendi deyişiyle şanslı olduğunu düşünmüştü.
Günlerdir bekliyordu oğlum leylakların çiçekleri açılsın, kendisi de yine üç ve beş taç yapraklı olan çiçeklerden bulsun diye. Ancak sadece ben bulabildim birkaç tane üç taç yapraklılardan. Yoldan geçen insanlar bir süre durup merakla ne yaptığımıza bakıyorlardı, sonra sanırım bir şey anlamayıp gidiyorlardı. Sadece bir kadın kız çocuğu ile birlikte gelip, biz de leylak çiçeklerini çok seviyoruz demişti. Evet, ama biz bu çiçeklerin üç veya beş taç yapraklı olanlarını arıyoruz, dedik. Dilek mevzusuna hiç girmedik artık. İlk defa bizden duyduğunu söyledi, şimdiye kadar bütün leylak çiçeklerinin hep dört taç yapraklı olduğunu sanıyormuş.
Oğlum biraz üzüldü, üç veya beş taç yapraklı leylak çiçeklerinden kendisi de bulamadı diye ama daha sonra yine bakarız diye oğlumla sözleşip oradan ayrılmak zorunda kaldık, çünkü yağmur yağmaya başlamıştı. Bir kez daha serinleyecekti yeniden leylaklar, bahar ve taç yapraklar…
26 Nisan 2014 Cumartesi / teodoradoni.com