blank

Teodora Doni hayatını anlattı

 
DUNYABİZİM.COM
Teodora Doni hayatını anlattı

Teodora Doni hayatını anlattı

O, Yeni Şafak gazetesinde köşe yazarı.
Yaklaşık 20 yıldır ülkemizde yaşayan Teodora Doni ile konuştuk.  
 
02 Mayıs 2011 Pazartesi
 
O, Yeni Şafak gazetesinde köşe yazarı. Eşi, şair Sıtkı Caney. Doğup büyüdüğü yer Romanya. Yaklaşık 20 yıldır da ülkemizde yaşıyor. Bu özelliği, onun, ülkemize hem içerden biri hem de dışarıdan biri gibi bakmasını sağlıyor belki de. Kendisi her türlü mülakat-röportaj tekliflerine kapalı biri. Özel hayatıyla değil, düşünceleriyle tanınmak istemesinden kaynaklanıyor bu. Mülakat teklifimi kabul etmesi, ne yalan söyleyeyim, benim için de sürpriz oldu. Bu nezaketi için kendisine bir kez de buradan teşekkür ediyorum.
 
Teodora Doni ile yaptığımız mülakatın hem keyifle okunacağını hem de ufuk açıcı olacağını düşünerek sizleri mülakatla baş başa bırakıyorum.
 
Romanya’da doğdunuz, şair Sıtkı Caney ile evlisiniz ve bir ulusal gazetede köşe yazarısınız…
Bunlar, sizin hakkınızda bildiklerimiz.  Ama bunlar bir kişiyi tanımak için çok yeterli olmayan şeyler. Bize Teodora Doni’yi anlatır mısınız biraz? Bugününü şekillendiren geçmişi nasıldı Teodora Doni’nin? 
 
Evet, öncelikle okuyucularınıza Selamünaleyküm dememe izin verin. Ayrıca sorularınıza cevap vermeden önce bir açıklama yapmak zorundayım:  Şimdiye kadar birçok televizyon, gazete ve dergiden söyleşi için teklif geldi ancak hiç birini kabul etmedim. Bunda zaman ayıramamamın da payı olmakla birlikte asıl neden, popülerlikle benim hayat tarzımın karşı karşıya olmasıdır, hepsi bu. Söyleşi tekliflerini kabul etmeyişimin onlara karşı özel bir kasıt veya küçümseme olarak anlaşılmasını istemem ve lütfen haklarını helal etsinler.
 
Sizin de dediğiniz gibi ulusal bir gazetede, Yeni Şafak’ta yazıyorum. Ondan önce bir süre Timetürk’te yazmıştım.   Bu bilgiler yeterli lakin insanların hakkımda daha fazla bilgi edinmek istediklerinin farkındayım. Bu bilgiler yeterli diyorum çünkü insanların özel hayatımla değil yazılarımla, yazılarımın içeriğiyle ilgilenmelerini, eksikleri bulup tamamlamalarını tercih ediyorum.
 
Hem ayrıca ben kendimi yazar değil daha çok “okuryazar” olarak tanımlıyorum ve itiraf etmeliyim ki “okur” kısmını daha çok seviyorum. Tıpkı konuşmacı olmaktansa dinleyici olmayı daha çok sevdiğim gibi.
 
Eğer izin verirseniz hakkımda bildiklerinize bir iki ekleme yapmak istiyorum. Romanya’da sadece doğmadım, çocukluğum da orada geçti, eğitimim de aynı şekilde… Romanyalı ve Rumen olduğumu yazılarımda da defalarca belirtmeme rağmen hala bana ısrarla “ sen Romanya Türklerindensin” diyenler var.
 
Dört çocuklu bir ailenin en küçüğüyüm. Sizin de dediğiniz gibi şair Sıtkı Caney ile evliyim, iki tane çocuğum var, biri kız diğeri erkek. Yaşım, yazılarımdan dolayı tanıyanların düşündükleri veya tahmin ettikleri gibi değil, kızım on sekiz yaşında ona göre düşünün. Benimle birebir tanışanlara çekinmeden yaşımı söylüyorum ve genellikle Cahit Sıtkı Tarancı’nın Otuzbeş Yaş Şiiri’nin ilk dizesiyle “Yaş otuz beş, yolun yarısı eder” diyerek başlıyorum cevap vermeye ve otuz beşe ekliyorum geçen yılları.
 
Romanya, eski bir Demirperde ülkesi; dolayısıyla biraz disiplin/baskı olduğu algısı var bizde. Bir fikir vermesi açısından şunu sorayım: Romanya’da çocuklar nasıl büyür? Anneleri nelere dikkat ederek büyütür onları?
 
Sayın Özçelikçi, bildiğim kadarıyla siz eğitimcisiniz ve eski Demirperde ülkeleri hakkındaki algınız ve bilgilerinize dayanarak ki varsayalım bu bilgiler çok az, buna rağmen bir kıyaslama yapabilirsiniz. Şu anda Türkiye’de çocuklar nasıl büyüyor, okul hayatlarını kastediyorum. En basitinden birkaç gün öncesini 23 Nisan bayram törenlerini hatırlayalım. Ben o görüntüleri hatırladıkça maalesef acı acı tebessüm ediyorum. Belki bu anlamsız törenleri geçelim diyeceksiniz, o zaman Türkiye’de çocuklara anasınıfından itibaren neler öğretiliyor, günlük törenlere ve meşhur “Türküm, doğruyum, çalışkanım!” diye başlayan Öğrenci Andı’na ne diyelim? Bunlara bakılırsa disiplin değil baskının tam olarak ne olduğu daha iyi anlaşılacak.
 
Rahatlıkla söyleyebilirim ki biz kesinlikle baskı görmedik, disiplin ayrı bir konu. Herkesin aile yapısı farklı, dolayısıyla anneler de ona göre büyütüyor çocuklarını. Annem otoriter veya disiplinli biri, ailesi birkaç nesil aynı şehirde yaşamış, yani bildiğimiz klasik şehirli insanlar, onun için biraz disiplinli ki aynı zamanda çalışan bir anne ve kontrolü sağlamak için yaptıklarından dolayı zaman zaman “çok otoriter bir annem var” dediğim oldu.
 
Romanya’da çocuklar şimdi nasıl büyüyorlar, diye sorarsanız açıkçası görebildiğim, takip edebildiğim kadarıyla bu konuda Romanya’nın Türkiye’den pek bir farkı kalmadı gibi, tam bir benzerlik olmazsa da ortak yönler çok diyebilirim.
 
İslamiyet’i seçmezden önce de İslam’ı duymuş olmalısınız. Nasıl bir İslam algısı vardı sizde? Bu algı, İslam’ı seçmenizi zorlaştırdı mı yoksa yardımcı mı oldu?
 
Küçük bir şehirde doğdum ve büyüdüm. Birkaç ırk bir arada yaşıyordu ve halen de öyle. Bu ırklardan özellikle Türk ve Makedon olanlar tıpkı annemin ailesi gibi birkaç nesildir aynı şehirde yaşıyorlar. Tahmin edeceğiniz gibi Türkler Müslüman’dı ki kendileri İslam’ı ne kadar biliyorlardı o da ayrı bir konu. Bilgisizlik -ki her iki tarafın bilgisizliğinden söz ediyorum-  bazı hoş olmayan algıların oluşmasına neden oldu. Türkiye’ye bakarak ne demek istediğim daha iyi anlaşılır diye düşünüyorum ki bu algılar hakkında daha fazla konuşmak istemiyorum. İslam’ı seçerken bütün bunlar benim için ne zorlaştırıcı ne de kolaylaştırıcı oldu. Çünkü ben bunlara takılıp kalmadım. İslam’ı ana kaynağından Kur’an-ı Kerim’den öğrenmeye gayret ettim.
 
Bu arada sürekli sorulan “Nasıl ya da niçin Müslüman oldunuz?”  sorusuyla ilgili olarak da siz de sormadan birkaç cümle söylemek istiyorum.  Öncelikle “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe iman etmek” insanın aklının da kalbinin de ruhunun da mutlaka hep birlikte Allah’a tam teslimiyetiyle mümkündür ve bunun “niçin”ini, “nasıl”ını aklın tek başına izah etmesi mümkün değildir. İslam’ı seçmemle ilgili olarak kimse benden ilginç ya da olağanüstü bir “hidayet hikâyesi” beklemesin çünkü öyle bir hikâyem yok.
 
Türkiye’ye gelelim… Türkiye’ye ilişkin de ilk olarak üç aşamalı şu soruyu yöneltmek istiyorum size: a) Türkiye’de ‘kadın olmak’, b) Türkiye’de ‘tesettürlü kadın olmak’, c) Türkiye’de ‘tesettürlü kadın yazar olmak’ nasıl bir şey?
 
Türkiye’de kadın olmak… Yıllar geçtikçe aradaki farkı daha iyi anlıyorum. Elbette ki tıpkı burada olduğu gibi Romanya’da da kadınlar şiddet görüyorlar ama bazı zorluklar ortak sayılır. Bozuk plak gibi tekrarlanan “sadece Türkiye’deki kadınlar şiddet görüyor” söyleminin doğru olmadığını zaten biliyoruz ki bu önyargı her şeyden önce mantığa aykırı. İnsanlık tarihi boyunca en çok kadın ve çocuklar şiddet görmüş ve görmeye devam ediyor. Ne yazık ki burada, Türkiye’de, halkının büyük çoğunluğunun Müslüman olduğu bu ülkede de durum farklı değil. İslam’ın özünden uzaklaşan insanlar zulümlerini töre diye dayatarak ne Müslümanlığa ne insanlığa sığacak eziyetlerle kadınlara her türlü baskı ve şiddeti uygulayabiliyor, acımasızca öldürebiliyorlar.
 
Türkiye’de ‘tesettürlü kadın olmak’ her açıdan zor;  hem devlet hem de bireyler baskı yapıyor. Bireylerin bir de “başörtülü, tesettürlü kadın cahildir, kendi kararını kendisi veremez” gibi algıları var ki bu kasıtlı önyargılı anlayışla mücadele etmek de çok kolay değil. Bir de bazı başörtülü, tesettürlü kadınlarda da aynı algıya kasıtlı olmazsa da benzer bir önyargıya zaman zaman tanık oluyorum ki bu çok daha üzücü.
 
Türkiye’de ‘tesettürlü kadın yazar olmak’ başörtülü yazar olmak apayrı bir konu diyebilirim. Durumu hem komedi hem dram olarak özetleyebiliriz. Her gün birilerinin size doğru parmak sallamasına, her gün birilerinin sizi bazen ukala, bazen tehditkâr bazen alaycı bazen hakarete varan tavırlarla İslam adına yargılamaya kalkışmasına karşı sağlam sinirlerle ve aklıselimle durabilmek kolay değil. Her yazınıza karşı kendilerince haddinizi bildirmek için hazır bekleyen sayısız insan var.
 
Yazılarınıza baktığımda,  olaylara çoğu kişiden farklı baktığınızı görüyorum. Bunun en son örneği, “Tesettürlü aday yoksa oy da yok!” hareketinde ortaya çıktı. Birçok tesettürlü yazar bu konuda “kestirmeci ve tavizsiz” diyebileceğimiz bir yaklaşım sergilerken siz “Çözüme bak, "oy da yok"(muş), oy oy oy” başlıklı yazınızda, listelere tesettürlü aday konmasını sağlamanın yolunun bu olmaması gerektiğini vurgulayarak bu yaklaşımdan kısmen ayrı düştünüz. Bu farklı bakışınız, toplum, siyasiler, okurlar ve yazarlar katında nasıl yankı buluyor?
 
Herkes aynı şekilde, olaylara çok farklı baktığımı söylüyor ama bunu söyleyen insanlara şaşırıyorum. Elbette ki herkesin farklı bakış açıları olacaktır ancak doğru tektir, “hakikat” tektir ve ben daima “hakikat”e giden bir ortak yol bulmak gerekir diye düşündüm ve aslında farklı değilim daha doğrusu uçlarda dolaşmıyorum diyelim.
 
Yazılarımdan dolayı protesto eden de oldu, gereğinden fazla değer veren de; küfreden de oldu, övgü yağdıran da. İtiraf etmeliyim ki çoğunlukla bir insanı şımartacak kadar iyi tepkiler aldım. Övgüler çok şükür şımartmadı beni ama çocukluğumdan beri küfre,  hakarete karşı fobim var ve sadece bana değil başkalarına da küfredildiğinde ya da hakaret edildiğinde, ne zaman ve ne şartta olursa olsun, sinirlerim altüst oluyor. Aslında beğeniler de eleştiriler de ölçülü olmalı zaten biliyorsunuz bu konuda hadis var “Sevdiğini ölçülü sev, bir gün düşmanın olabilir. Düşmanına ölçülü kız, bir gün dostun olabilir.”
 
İleriye dönük projeleriniz, diye sorsam…
 
Ben de çılgın projelerim var desem, biraz gülümsetmiş oluruz okuyucuları ama maalesef ileriye dönük hesaplar yapan biri değilim,  hele projeden hiç anlamam.
 
Ama hayallerin de mi yok derseniz, elbette var, her insan gibi…
 
Açık yüreklilikle verdiğiniz cevaplar için teşekkür ederim.
 
Ben teşekkür ederim.
 
Fikri Özçelikçi konuştu
 
Teodora Doni Teodora Doni Teodora Doni
Share

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir