blank

Vicdan arama, çok zor; o sadece bir Vidanjor

 blank

TEODORA DONİ
Vicdan arama, çok zor; o sadece bir Vidanjor
 
Çocukken, annemin kendi çocukluğundaki anılarını bizlere anlatmasını çok seviyordum. Pek çok anısını tam bir hikâye anlatır gibi anlatırdı ve bazılarını defalarca dinlediğim için hiç unutmadım. O zamanlarda da, yani çocukluğumda da anlıyordum ki annemin derdi sadece anılarını bizimle paylaşmak değil, bazı konularda kendince hayatın gerçeklerini anlamamızı sağlamaktı veya yanlış yaptığımız ya da yanlış yapma ihtimalimizin yüksek olduğu konularda bizleri uyarmaktı. Bu yönüyle annem rahmetli dedeme çok benziyordu, dedem de bize hep hikâye veya masal anlatarak bizimle konuşurdu.

Siyaset ve haysiyet ilişkisinin, devlet ve millet ilişkisinin nerelerde seyrettiğinin toz duman içerisinde artık net görülemediği bugünlerde annemin bize çocukluğumuzda  anlattığı o anılardan biri sık sık zihnimde dönüp duruyor.  Aynı zamanda hatırlamaya çalışıyorum hangi nedenden ötürü az sonra aktaracağım hikâyeyi bize anlatıyordu diye.

Buyrun hep birlikte dinleyelim o hikayeyi annemden:

Rahmetli babacığımın bir askerlik arkadaşı vardı. Babacığım askerliğini bittirdikten sonra o arkadaşının izini kaybetmişti. Yıllar sonra bir gün askerlik arkadaşıyla tesadüfen karşılaşıyor ve daha sık görüşebilmek için evimizin adresini verip ekliyor; Ne zaman istersen evime gelebilirsin.

O karşılaşmadan sonra bir Pazar günü bahçemizin kapısının önünde çok şık giyimli bir adamın babacığımın ismini söyleyerek seslendiğini gördük. Babacığım hemen atölyeden çıkıp sevinçle gelen o arkadaşına bahçenin kapısını açtı, selamlaştılar daha sonra anneciğime seslenerek ona da tanıttı gelen misafiri. Biz kızlar o adam geldiğinde anneciğime öğle yemeği için yardım ediyorduk onun için babacığımı askerlik arkadaşıyla baş başa bıraktık ve bir an önce sofrayı kurmak için işimize devam ettik. Babacığım Pazar günleri çalışmazdı ama yine de o günü de erkek kardeşlerimle atölyede geçirirlerdi çünkü onlar için atölyenin ortasında kocaman bir masanın üzerinde tahtadan raylar ve tren yapmıştı. Pazar günleri oyuncak tren için ya yeni vagonlar yaparlardı veya treni ve raylarını tamir ederlerdi.

 Öğle yemeğini hep beraber yedikten kısa bir süre sonra adam gitti. Bir sonraki Pazar günü öğlen vakti aynı adam yine geldi bir sonraki hafta, daha sonraki hafta böyle uzun bir süre geçti. Zaman zaman başka misafirler de olurdu ki bizim aile zaten kalabalıktı, yedi kardeştik, anneciğim ve babacığımla beraber dokuz kişiydik, misafirler de geldiğinde upuzun bir masa olurdu. Biz bizeyken bile biz çocuklar sofrada pek konuşamazdık ama o adam, babacığımın askerlik arkadaşı her geldiğinde sofrada çatal, kaşık, tabak sesi çıkartmamaya özen gösteriyorduk çünkü o esrarengiz misafirin anlattıklarını işitmek istiyorduk.  Biz çocuklar konuşulanlardan, anlatılanlardan neredeyse hiçbir şey anlamıyorduk, daha çok memleket meseleleriyle ilgili konuşurlardı ama babacığım sohbetin bir yerinde mutlaka bu soruyu sorardı o arkadaşına, hep unutuyorum diyerek, biraz mahcup biraz da merakla:

-Yahu, sen benim gibi yapmadın, orduda  kaldın, nerelere yükseldin, senin askeriyede şimdi görevin ne, rütben ne? Bu soru karşısında adam da her seferinde geçiştirmek ve yaptığı iş hakkında konuşmak istemediğini belli eden bir tavırla cevap verirdi;

-Askeriyede vidanjorum ben, daha öncede söyledim ya!

Babacığım mahcup bir sesle ;

He ya söylemiştin, unutuyorum hep, deyip başka konulara geçerlerdi.

Gel zaman git zaman babacığım bir gün dayanamayıp her zamanki soruyu sorduktan sonra rezil olma ihtimalini de göze alarak adamın vidanjorum cevabını aldıktan sonra;

-Ya hu, vidanjorsun bunu anladık da tam olarak ne iş yapıyorsun, nedir bu vidanjor, bir rütbe mi, yüksek bir mevki mi? Ben de askerlik yaptım ama hiç duymadım böyle bir rütbe ya da unvan  diyerek adama kendi bilgisizliğini kapatmak istercesine biraz kızgın üstelemişti. Adam mahcup bir sesle;

-Vidanjorum ya, askeriyedeki fosseptik çukurları boşaltıyorum işte, diye cevap verdi.

Babacığım şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemeden öylece bakıyordu adama. Biz ise her zamanki sessizliğimizi bozarak hep bir ağızdan kahkahayla gülmeye başladık. Adam da babacığım da anneciğimde ilk şaşkınlıklarını atlattıktan sonra bizimle beraber gülmeye başladılar. O günden sonra o adamı bir daha görmedik çünkü bir daha bizi ziyaret etmeye gelmedi…

Evet, hikâye bu. Son zamanlarda sık sık aklıma gelmesi de boşuna değil..  Daha önce de dediğim gibi siyaset ve haysiyet ilişkisinin, devlet ve millet ilişkisinin nerelerde seyrettiğinin toz duman içerisinde artık net görülemediği günlerden geçiyoruz.

Hem tarih boyunca insanların bir çoğunun olduğundan farklı görünmek istediğini, bulunduğu ve de çalıştığı kurumda fiilen  vidanjorluk yapmasa bile mecazi anlamda çoğu zaman tam olarak o işi yaptıklarını itiraf etmek istemediklerini hepimiz biliyoruz.  Bu durum şimdi her zamankinden çok daha yaygın. Bu yaygınlığın vicdan sahibi olup olmamakla da yakın bir ilgisi var elbette.

Bazı yerler, yapılar, yapılanmalar misyonları gereği deyim yerindeyse zaten aslında tam bir fosseptik çukuru ama üzerine inşa edilen afili binalar ve amblemler bu gerçeği çoğu zaman kapatıyor.

Kirli çamaşırlar ortaya saçılırsa, ya da lağımlar bir açılırsa bütün ülke berbat olur, deyip duruyor ya bugünlerde birileri, hem de olanca çok bilmiş edalarıyla…  İyi de dönüp demezler mi adama, nerden biliyorsun, ki demeliler de…

Dediğim gibi son zamanlarda bu hikâye çok sık aklıma geliyor. Ortalıkta nerden kaynaklandığı belirsiz yüksek prestij, şaşaalı bir vatanseverlik ve de demagog entelektüellik sosuna bulanmış insanlar çoğaldı. Oysa hikâyedeki adam gibi fiili bir vidanjorluk olmasa da görevleri ve misyonları tam olarak bu ne yazık ki.

Bizse hala bütün saflığımızla bir vicdan kırıntısı arıyoruz bu insanlarda.  Bir gün birileri çıkıp ta  bunların her biri için "Vicdan arama, çok zor; o sadece bir Vidanjor" der mi acaba…

 

25 Ocak 2014 Cumartesi / teodoradoni.com

 

 

Share

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir