blank

Hiçbir zaman kapanmayacak yaralarla yaşamak

TEODORA DONİ Hiçbir zaman kapanmayacak yaralarla yaşamak

TEODORA DONİ
Hiçbir zaman kapanmayacak yaralarla yaşamak
 
"Onca acı içinde kaybolup gidiyor bayram sevinci ve sanki suskun bir mahzunluğa saklanıyor ve ortaya çıkabilmek için acıların dinmese de en azından azalmasını bekliyor gibi, orada, umutla…"  diyerek  bitirmiştim geçen haftaki yazımı. Evet, bu cümlelere yansıyan ruh halim hala aynı ve günler geçtikçe maalesef acılar azalmıyor tam aksine kat kat artıyor.

Hakikaten derdimizi anlatamadığımıza yürekten inanıyorum. Zaman zaman sırf süslü cümleler olsun diye acıları dile getirdiğimize inanıldığını düşünüyorum. Bir kaç gece önce rüyamda çocuklarımdan birinin başına kötü bir şey geldiğini gördüm. Uyanınca dudağımın kenarında kocaman bir uçuk çıktığını fark ettim. Günlerdir merhem sürüyorum ama bir türlü geçmiyor. Sadece bir rüya diyeceksiniz belki ama her insan gibi ben de çocuklarım için endişeleniyorum, hele son zamanlarda daha fazla. Ama bunu ne kadar duygusal, duyarlı ve çocuklarına düşkün bir anne olduğumu anlatmak için yazmıyorum elbette.

Demek istiyorum ki insan, rüyasında da olsa çocuğunun başına kötü bir şey geldiğini görünce günlerce bir yara ile yaşamak zorunda kalıyorsa;  ona göre düşünün artık, minnacık bebekleri, gencecik çocukları, kardeşleri, anneleri, babaları katliamlarla kirli hesaplar uğruna kurban edilen insanların acısının ne kadar dayanılmaz olduğunu. Ömür boyu yüreklerinde hiçbir zaman kapanmayacak yaralarla yaşamak zorunda kalıyorlar. Peki, onların acısını biz diğer insanlar ne kadar hissedebiliyor, ne kadar paylaşabiliyoruz.

Evet, yazımın başında da dediğim gibi acılar azalmıyor, aksine artıyor. Acılara yeni acılar, can kayıplarına yeni can kayıpları ekleniyor. Biliyorsunuz, geçen hafta Gaziantep'te bayram günü insanın dilini lal edecek bir katliam oldu, elbette şair Hüsrev Hatemi’nin dediği gibi “Yüreğimiz lâl olmaz asla”. Hayatını kaybedenler arasında dünyadan habersiz çok küçük çocuklar da vardı, masumiyetin evrensel sembolü çocuklar…

Doğrusu merak ediyorum, bir kez olsun bir annenin küçücük bebeğini öyle korkunç bir şekilde kaybetmesinden dolayı çok acı duyup en azından, evet, en azından dudağımızda bir uçuk çıkacak kadar üzülebilecek miyiz?

Kendim uzun yıllardır Gaziantep'e gitmiyorum. Daha doğrusu gidemiyorum. En son gittiğimde, oradayken dünyayı sarsan ve yıllardır hala tartışılan Amerika’daki 11 Eylül saldırıları olmuştu ki o gün bundan böyle bu topraklar bu coğrafya daha çok acı çekecek diye düşünmüştüm. Hala öyle düşünüyorum. Gaziantep'ten gelen davetleri de yıllardır hep şakayla karışık reddediyorum. Gaziantep şen olsun ve sizler iyi olun, ben gelmeyeyim diye cevap veriyorum. Bayramın birinci günü Şanlıurfa'dan bir akademisyen arkadaş aradı Bayramımızı kutlamak için. İkinci cümleden sonra “buralar çok karışık abla, hakkınızı helal edin” dedi. Herkes moralimi bozmak, umutsuzluğuma umutsuzluk katmak için özel çaba mı harcıyor diye söylenmiştim o arkadaşa ve ertesi gün ne tuhaftır ki o yürek dağlayan can pazarı yaşandı Gaziantep’te.

Minicik bedenleri paramparça edenlerin bunu bir hak arama uğruna yapamayacağını ve yapmadığını, ısrarla öyle gösterilmeye çalışılsa da masum insanların hayatına kast eden hiçbir terör eyleminin asla bir halkın ya da bir inancın özgürlüğü için yapılmadığını ve yapılamayacağını akıl ve vicdan sahibi herkes bilir ve kabul eder.

Artık hepimiz farkına varmalıyız ki bu topraklarda hatta tüm İslam coğrafyasında hergün artarak devam eden katliamlar basit birer haberden  ve onlarca, yüzlerce, binlerce can kayıpları basit birer rakamdan ibaret değil.  Masum insanların kanı üzerinden yapılan kirli hesapları hiç kimse birilerinin hak talebi olarak gösteremez. Hiçbir dava(!), hiçbir ideal(!), zulmün karanlık cinayetlerine gerekçe yapılamaz.  Katil her zaman katildir, zalimlerin kirli hesaplarına alet olduğunun farkında olmasa da. Zalim kuklacının kuklalarından biri olduğunu bilmese de. Vicdanını tümüyle yitirdiği, yüreğinde insan sevgisi hiç kalmadığı halde insanları öldürmesini kendince bir insanlık ideali için sansa da.

Ne yazık ki sevgi de vicdan da yüreklerde gitgide azalıyor ve belki de biraz da bu yüzden hızla artıyor katiller. Mazlumları artık daha kolay birbirine düşman edebiliyor zalimler. Kürt ya da Türk, Arap ya da Fars tüm Müslüman yüreklerde sevgi yerine artık tamamen nefret olsun istiyorlar. Sırf farklı kavimlerinden, mezheplerinden dolayı birbirlerinden nefret etsinler, birbirlerine düşman olsunlar, birbirlerini öldürsünler; istiyorlar.

Öyle bir noktaya getirildi ki insanlar, gazetemiz yazarlarından Hüseyin Hatemi’nin de belirttiği gibi: “Ölenler bizden öldürenler bizden değilse mutlaka ölenlerin öcü alınacaktır, öldürenler bizden ölenler bizden değilse öldüren eller dert görmesin” diyorlar artık.

Evet, bu toprakların insanları arasına sokulan bu lanet “bizden-sizden” ayrımı bu aşamaya kadar geldi ne yazık ki. Mesele’nin özü dönüp dolaşıp kardeşliği bir kurt gibi kemiren sevgisizliğe geliyor. Onun için boşuna dememiş Yunus Emre: “Ben gelmedim dava için / benim işim sevi için / Dost'un evi gönüllerdir / gönüller yapmağa geldim” diye.

Yunus Emre’den birkaç mısra daha yazacaktım ama hem yerim az kaldı hem de bu günlerde bazı arkadaşların söylediklerini hatırladım: “ Hayırdır, son zamanlarda kendini edebiyata vurmuşsun” diyorlar” içkiye vurmuşsun” der gibi ve ekliyorlar “Birileri kulağını mı çekti,  yoksa dünyada olup bitenler artık seni ilgilendirmiyor mu?”.

Keşke  “onca acı” ile kafalar bu kadar karışık, zihinler bu kadar bulanık olmasa da biz de bazı arkadaşların ima ettiği türden edebiyat yapsak, diyemeyeceğim çünkü benim işim değil.

27 Ağustos 2012 Pazartesi / Yeni Şafak
Share

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir