blank

“Kuklayı değil kuklacıyı vurmalı”

TEODORA DONİ Kuklayı değil kuklacıyı vurmalı

TEODORA DONİ
"Kuklayı değil kuklacıyı vurmalı"
 
"Diyarbakır'ın Silvan ilçesine bağlı Dolapdere Köyü kırsalında çıkan çatışmada 13 asker ve 7 HPG gerillası hayatını kaybetti" şeklinde özetlenebilecek haberi duyduğum anda donup kaldım ve hakikaten ne yazacağımı, nasıl yazacağımı bilemiyorum, büyük bir şaşkınlık içerisindeyim. Kaç haftadır, bu hafta yazmasam kıyamet kopmaz diyordum ama işte küçük kıyametler kopuyor. Yine herkesin dilinde "analar ağlamasın" sloganları ve anneler işte yine ağlıyor.
 
Son günlerde en çok da gençlerin sürekli aynı sorularına muhatap oluyorum ve çoğu zaman söyleyecek söz bulamadığım için onları sadece dinlemekle yetiniyorum. Abla ne olacak böyle, nereye kadar, diye başlıyor cümleleri. Biz bu pis savaşın kurbanları olmak istemiyoruz, diyorlar. Artık edebiyat yapmayı bırakın da bu durumu tekrar tekrar yazın diye sitem edenler de var. Evet son olay da bir kere daha gösterdi ki saltanatlarını sürdürmek isteyen savaş lobilerinin tezgahladığı bu oyun bozuluncaya dek, hesapları boşa çıkıncaya dek buna dikkat çekmek için tekrar tekrar yazmak her yazar için  olduğu gibi benim için de öncelikle insani bir sorumluluktur.
 
Bu son olayı duyar duymaz yaşadığım şokla birlikte bir kaç ay önce e-mail adresime gelen bir yazıyı hatırladım hemen. Yazı, başlığı gibi gerçekten "Bir Felaket Senaryosu" idi. Yazıyı okuduğumda yazılanların çok az bir bölümünün gerçekleşmesinin bile gerçekten tam bir felaket olacağını düşündüm ve açıkçası "abla ne olacak biz korkuyoruz" diyen kardeşlerimiz gibi ben de korktum. Yazı, "Bu imdat çığlığımı bir saçmalık olarak kabul etseniz de lütfen bir yere not edin. Saygılarımla", diye bitiyordu.
 
Ben bu imdat çığlığını bir saçmalık olarak kabul etmedim tabii. Yazılanları dikkate aldım çünkü herhangi biri değildi bu çığlığın sahibi. Kamuoyunun tanıdığı Kürt bir siyasetçiydi ve Öcalan'la görüştükten sonraki düşüncelerini dile getiriyordu. Devletin Öcalan'la görüşmelerini kast ederek "görüşmeler bir mutabakat sağlanmadan sonuçlanacak. Böyle olunca seçimden sonra korkunç bir iç savaş başlayacak. Artık sadece gençler değil, yetişkinler de binler, on binler halinde ölecek. Neredeyse tüm il ve ilçelerde halk bir birine girecek, evlere baskınlar düzenlenecek, devlet kurumları ve medya merkezleri bombalanacak, içeridekiler katledilecek, yollar kesilecek, medyatik kişilere karşı suikastlar yapılacak, sokaklar, alanlar birer ceset tarlasına dönüşecek. Beş ay içinde bir iç müdahale olacak, Parlamento’nun kapısına kilit vurulacak, Ergenekoncu olarak bilinen subaylar serbest bırakılacak, AKP, BDP ve MHP yöneticilerinden sağ kalanlar ( başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan) Yassı ada ya da İmralı’da hapsedilip ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılacak. Daha sonra bir dış müdahale olacak, müdahale eden dış güçler o günün şartlarına göre kendilerine uygun bir yönetimi başa geçirecek. Yanılmış olmayı her şeyden çok istiyorum.. " diyordu. Hakikaten tam bir felaket senaryosu Kürt siyaset adamının yazısı ancak dünyayı saran şiddet dalgası ve savaş lobisinin hiç boş durmadığı düşünülünce insan yazılanları dikkate almadan  ve gelecekten endişelenmeden edemiyor.
 
Her ne kadar son günlerde Öcalan'la mutabakata varıldığı ve barışa iyice yaklaşıldığı iddia ediliyorsa da bu, en azından benim için ve şimdi bir şey ifade etmiyor. Şu anda beni daha çok, toprağa verilen binlerce gence son olayla yenilerinin eklenmiş olması ilgilendiriyor ki bunu düşündükçe çok acı bir gerçeği de yeniden hatırlıyorum. Bütün yazarlar, siyaset adamları sadece sayılarla söz ediyor hayatını kaybeden gençlerden. Ne yazık ki hiçbirimiz onların adlarını, ailelerini,  hikâyelerini, acılarını, sevinçlerini, umutlarını bilmiyoruz. Annelerinin, babalarının, kardeşlerinin, eşlerinin, çocuklarının, dostlarının, arkadaşlarının onlar için ne hissettiklerini de.
 
Oysa sadece son olayda yaralanan gençlerden ikisinin medyada yayınlanan görüntülerine bakmamız bile nasıl bir trajedinin yaşandığını anlamamıza yeter. Yüzlerindeki o çocuk masumluğu, neler olduğunu anlayamamaktan kaynaklanan o tedirgin, o ürkekçe soran bakışlar. Onlara verecek bir cevabımız olmalı ama ne yazık ki yok. Niçin bunca acı yaşanıyor sorusuna yıllardır cevabımızın olmaması gibi. Peki neden?  Sorular üzerine yeterince düşünmüyor muyuz yoksa. Ateş sadece düştüğü yeri yakar deyip umursamıyor muyuz? Yangın her yanı sarınca mı aklımız başımıza gelecek, o zaman mı anlayacağız savaş lobilerinin ne kadar acımasız ve bu savaşın ne kadar kirli olduğunu…
 
"Kanı yerde kalmayacak, bedeli en ağır şekilde ödetilecek" demenin kardeş kavgasını körükleyerek savaş lobilerinin ekmeğine yağ sürmek olduğunu ne zaman göreceğiz. Hem "bedeli en ağır şekilde ödeyecek" kimler?  Şimdiye kadar bu kirli savaş için en ağır bedelleri ödeyen sadece Türk'üyle,  Kürt'üyle, her kesimiyle bu Müslüman milletin fertleri oldu. Bizim gençlerimiz öldü, bizim çocuklarımız. Ağlayan da yine sadece bizim annelerimiz. Artık şu çok iyi bilinmeli ki oyunun bitmesi isteniyorsa Şehit Malcolm X Malik el Şahbaz'ın dediği gibi "kuklayı değil kuklacıyı vurmalı".  Peki kim yapacak bunu. Elbette millet ve onu temsil eden siyasiler.
 
Evet, başta Sayın Başbakan olmak üzere tüm karar merciinde olanlar, tüm siyasiler, tüm yetki ve sorumluluk sahibi olanlar artık akan kanın durması, sahnelenen oyunun sona ermesi için bütün küçük siyasi hesapları bir kenara bırakarak derhal harekete geçmeli, kuklacılar bir bir belirlenip savaş lobisi can evinden vurulmalıdır.  Artık hiç kimsenin ne "terörle mücadele kararlılıkla devam edecek" gibi otuz yıldır tekrarlanan cümleler duymaya tahammülü var ne de yeni felaket senaryoları dinlemeye.
 
18 Temmuz 2011 Pazartesi / Yeni Şafak

Kuklayı değil kuklacıyı vurmalı

Share

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir