blank

Bizim baharımız, bizim değerlerimiz

TEODORA DONİ  Bizim baharımız, bizim değerlerimiz 

TEODORA DONİ 
Bizim baharımız, bizim değerlerimiz 
 

Modern dünya, yılın her gününü bir kutlamaya ayırdı. Şu, bu günü derken 367 gün adeta parsellendi. Bu durumda biz de çok önemli kişilere veya olaylara yılın sadece bir gününü ayırmaya çok alıştık, sıradaki gelsin der gibi takvim yapraklarını kontrol ediyoruz. Takvimin her yaprağını koparttığımızda ise, seneye görüşürüz, der gibi konuyu hemencecik unutuyoruz.

Biliyorsunuz bu toprakların tarihinde Mart ayının ayrı bir yeri var. 12 Mart, İstiklal Marşı’nın 89 yıl önce kabulünün yıldönümü, 18 Mart,  95 yıl önce kazanılan Çanakkale Zaferi’nin yıldönümü,  21 Mart Nevruz Bayramı, 23 Mart Bediüzzaman Said Nursi’nin 50 yıl önce vefatının yıldönümü. Ancak bunları bir gün için hem de sadece törenlerde konuşmak ve sonra da hemen unutmak bu topraklar “altında binlerce kefensiz yatanı” hiç düşünmemek demektir. Oysa Çanakkale Zaferi insanımızın, hafızalardan asla silinmemesi ve gönüllerde hep yaşatılması gereken gururu, İstiklal Marşı da bu toprakların geçmişten geleceğe uzanan ruhudur.  Ve ben tam da bugünlerde şair, yazar Mustafa Özçelik’in Sütun yayınlarından çıkan Mehmet Akif Ersoy ve İstiklal Marşı ile Yarımada yayınlarından çıkan “Mehmet Akif ve Çanakkale” kitaplarını okuyorum.

Öncelikle de Mehmet Akif Ersoy ve İstiklal Marşı kitabının önsözünde çok dikkatimi çeken şu paragrafı sizlerle paylaşmak istiyorum:“Millet olarak tam bir değerler kargaşasının hüküm sürdüğü bir zamanı yaşamaktayız. Bu kargaşa, olumsuz etkilerini sosyal, siyasal, kültürel bütün alanlarda yoğun olarak hissettirmektedir. Geleceğe dair umutlarımız ne yazık ki fazla değil… Meseleleri çözmek için geçmişin tecrübelerini hatırlamaktan da çok uzaklara düştük.” Evet, ben de tüm iyi niyetimle, uzun yıllar, bu ülkede yaşayan insanların en azından Cumhuriyet döneminin kuruluş aşaması ile İstiklal Marşı hakkında asgari bilgilere sahip olduklarını düşünmüştüm ama ne yazık ki yanılmışım. İş bu yüzden Mustafa Özçelik’in söz konusu çalışmalarını “değerlerimizi” hatırlamamız ve anlamamız bakımından son derece önemli buluyorum.

Mustafa Özçelik, her iki kitapta da çok önemli kaynaklardan yararlanmış. Mehmet Akif Ersoy’u bütün yönleriyle değerlendirmiş, insan, şair, mütefekkir ve savaşçı olarak. Üstadın insan yönünü anlatan birçok bölüm var iki kitapta da. Ben özellikle Âkif’in marşı yazmaya ikna edilmesi  bölümünde Mehmet Âkif ile Hasan Basri Çantay arasında geçen şu çok güzel konuşmayı sizlere aktarmak istiyorum. Çantay anlatıyor:Mecliste Âkif’le yan yana oturuyoruz. Çantamdan bir kağıt parçası  çıkardım. Ciddi ve düşünceli bir tavırla sıranın üzerine kapandım. Güya bir şey yazmaya hazırlanmıştım. Üstad ile konuşuyoruz:  —Neye düşünüyorsun Basri?  —Mani olma işim var. —Peki. Bir şey mi yazacaksın? —Evet.  —Ben, mani olacaksam kalkayım. —Hayır, hiç olmazsa ilhamından ruhuma bir şey sıçrar! —Anlamadım. —Şiir yazacağım da… —Ne şiiri? —Ne olacak. İstiklâl şiiri! Artık onu yazmak bize düştü.  —Gelen şiirlere ne olmuş? —Beğenilmemiş…

Çanakkale zaferi için de en güzel şiiri yine Mehmet Akif Ersoy yazmıştı: Çanakkale Şehitlerine. Mustafa Özçelik,”Mehmet Akif ve Çanakkale” kitabının “Ve savaş başlıyor” bölümünde şöyle bir giriş yapmış:

“Mehmet Âkif Ersoy’u Çanakkale şiirini yazmaya sevk eden süreci doğru anlamak için hem onun yaşadığı çağa hem de bu çağda meydana gelen ve bizi Çanakkale’de böyle bir savunma savaşına mecbur kılan diğer savaşlara; ayrıca devrin fikri, sosyal ve siyasi olaylarına da bakmak gerekmektedir. Zira hiçbir savaş, kendinden ibaret bir olay değildir. Öncesinde ve sonrasında meydana gelen olaylarla bir sebep-sonuç bağı içerisindedir. Ayrıca bu süreç içinde oluşan sosyal, kültürel ve siyasi olaylar da savaşların mahiyetini anlayabilmek açısından bilinmesi ve doğru tahlil edilmesi gereken olaylardır.” 

Mustafa Özçelik, bu bölümde yanlış anlamadıysam bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayın, diyor. Biraz da ben ekleyeyim, eğer gerçekten bir fikri savunmak veya bir fikre karşı çıkmak istiyorsanız önce araştırın, okuyun. Evet, kabul ediyorum, tarihi anlatan kitaplar bazen çok sıkıcı oluyor ama ben Mustafa Özçelik’in bu iki kitabını da çok sevdim, rahat ve anlaşılır bir dil ve içindeki konular çok akıcı bir üslupla anlatılmış. “Tarihten silinmek istenen bir milletin hangi değerlere sarılarak Kurtuluş savaşını kazandığının belgesi olarak çok özel bir yerde duran” İstiklal Marşı da… “Bir milletin yeniden şahlanışını, ayağa kalkışını ve tüm imkânsızlıklara rağmen bir destan yaratmasının edebi bir belgesi olma özelliğini taşıyan” Çanakkale Şehitlerine şiiri de…

Gönül istiyor ki, dün kutladığımız Nevruz Bayramı da hepimiz için artık bu düşüncelerle birlikte daha da anlamlı olsun. Yakılan ateşler istiklalin, kardeşliğin kandilleri olsun ve Nevruz Bayramı sadece dillerde değil gönüllerde de kutlu olsun.

Yarın da Bediüzzaman Said Nursi’nin vefatının 50. Yıldönümü. Bu vesileyle özel bir ek hazırlayan Yeni Asya gazetesinin konu ile ilgili yazar ve akademisyenlere yönelik sorularına cevap verenlerden biri olarak demiştim ki: Maalesef Mehmet Akif Ersoy, Said Nursi, Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç gibi büyük bilgelerin, İslam sevdalılarının değeri bilinmedi ve bilinmiyor. Bilinseydi ve onların fikirlerinden yararlanılsaydı, bugün yaşadığımız ağır sorunlarla belki de hiç tanışmamış bile olurduk. Rabbim bu toprakların insanlarına yeniden kendi öz değerleriyle buluşmayı, birbirleriyle barışmayı nasip etsin ve bu toprakların baharı ile kucaklaşmayı…

22 Mart 2010 Pazartesi / Yeni Şafak   

Bizim baharımız Bizim baharımız Bizim baharımız Bizim baharımız

Share

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir