blank

Durumumuz çölde serap görenin haline benziyorken…

TEODORA DONİ Durumumuz çölde serap görenin haline benziyorken…

TEODORA DONİ
Durumumuz çölde serap görenin haline benziyorken…
 
Bir yandan kamuoyunda “Hopa davası” olarak bilinen davada yargılanan çoğu üniversite öğrencisi olan tutuklu sanıklar serbest bırakılırken bir yandan da başka gençlerin Hopa davasındakine benzer şekilde yasadışı örgüt üyeliği suçlamalarıyla gözaltına alınmasına, tutuklanmasına devam ediliyor. Çelişki var gibi görünse de aslında yok diyesi geliyor insanın. Hopa davası tutukluları tahliye edilirken; bu kadar yeter, derslerini almışlardır, diye mi düşünüldü. Yoksa adalet zaman zaman ve gecikmeli de olsa tecelli mi ediyor. Yoksa bu kez kamuoyunun baskısı siyasi baskıya galip mi geldi.
 
Oysa umulan ve doğru olan, adaletin hiçbir baskıdan etkilenmeden zamanında ve herkes için tecelli etmesidir ki buna hepimizin ihtiyacı var.  Hem biliyoruz ki hem de ne yazık ki haklarında çelişkili polis tutanaklarından başka hiçbir delil bulunmayan birçok genç aylardır, kimi yıllardır tutuklu ve adaletin onlar için de ne zaman tecelli edeceği hiç belli değil.
 
İşin garip tarafı ise ülkede hukukun, adaletin varlığı iyice bu kadar tartışmalı hale gelmişken sporda, özellikle futbolda “şike” olayı ve bunun temelindeki mafyalaşma ile çıkar ilişkilerinin ortaya çıkmasından zarar görenlerin, haksız büyük kazançlar elde ettikleri çeteleşmenin devam etmesi için şikenin neredeyse hiç suç olarak görülmemesini sağlamanın arayışına girmesi. TBMM’nin de adeta bu arayışa mümkün olduğunca destek verircesine şike suçuna en az ceza verilmesi için elbirliğiyle hareket etmesi, birçok hayati konuda asla anlaşamayan TBMM’deki siyasi parti gruplarının bu konuda böylesine bir dayanışma sergilemesi de işin başka garip tarafı.
 
Yeni özgürlükçü bir anayasa bekleyen, bunun görüşülmeye başlanmasından bile gelecek için umutlanan millet,  art arda taraflı adalet uygulamaları ve girişimlerinin gündemi doldurması karşısında şaşkın olmakla kalmayıp umutsuzluğa da kapılmak üzere. Hangi partiden olursa olsun TBMM üyeleri bu milletin vekilleri değil mi? Kendilerinin, kendi çevrelerinin ve partilerinin çıkarları yerine milletin geleceğini düşünmeleri buna göre davranmaları gerekmiyor mu?
 
Peki, ülke geleceğinin, özgürlüklerinin, hukukunun gelişmesine önemli katkılar yapacak kadar özgür ve donanımlı olması gereken üniversitelerimiz için, orada yetişen ülkemizin geleceği dediğimiz gençlerimiz için ne yaptılar değerli milletvekillerimiz, ne yapıyorlar? Bu üniversiteler özgür değilse, eğitimde fırsat eşitliği sağlanmamışsa, parası olmayan okuyamıyorsa, okuyan da biraz sesini yükselttiğinde kendini gözaltında, cezaevinde buluyorsa, artık her ilde var diyerek sayısıyla övündüğümüz üniversitelere bir o kadar daha eklense ne anlamı olur ki…
 
Hopa davasının tahliye kararı verilen duruşmasında tutuklu sanıklardan bir genç “Başbakan, Necdet Adalı ve Erdal Eren için ağlamıştı. Başbakanlar ağlamasın diye tahliyemi talep ediyorum” demiş ki aylarca tutuklu bulunan bir gencin serbest bırakılmak için böyle bir cümle kurabilmesi oldukça düşündürücü ve bence o gencin “başbakanlar ağlamasın” demesinde tüm büyüklerimizi derinden sarsması gereken müthiş bir ironi de var. Elbette, bu ülkenin başbakanları ağlamasın, idam edilmesin, hatta özür dilemek zorunda kalmasın. Ama nasıl.
 
Bu ülkede merhum Başbakan Adnan Menderes’in idamına karar veren yargı yıllar sonra Erdal Eren gibi nice gençlerin de idamına karar verdi. Şimdi de yine onlarca gencin düşünceleri nedeniyle en güzel yıllarını cezaevlerinde geçirmesine neden olan da aynı yargı değil mi? Sistem değişti mi? Sistem değişmedikçe, sadece başbakanlar değil bu toprakların bütün güzel insanları ağlamaya devam edecek. Bırakın sistemi değiştirmeyi milletin vekilleri en çok özgür oldukları TBMM’de Kemalizm’i tartışmıyorlar bile.
 
Bir haftadır Mısırlı bir grup gencin söylediği Tahrir Meydanına seslenen “Ey meydan” şarkısını dinliyorum. Bıkmadan tekrar tekrar dinlenilecek kadar güzel olan bu şarkı hepimiz için söylenmiş gibi. Hele ki şu iki cümle: “ Ey Meydan… Bunca zamandır neredeydin?” “Önce kendimizden başlamalı değişim”. Evet, önce kendimizden başlamalı değişim; kendimizden, ailemizden, gençlerimizden, çevremizden, şehrimizden, ülkemizden. Diğer ülkelerdeki iyiden, doğrudan, güzelden yana değişimlere ancak ondan sonra öncülük edebiliriz.
 
“Gemisini kurtaran kaptan” anlayışını, “günü kurtarma” bencilliğini iyice hakim kılan, insanları kendi potasında eriten acımasız bir sistemin çarkları arasında yine de direnebilen, yaşadığı hayatı, içinde bulunduğu çevreyi, şartları doğru anlamak ve yorumlamak için okuyan, araştıran, yazarları, edebiyatçıları, fikir adamlarını pop starlarla karıştırmayan çok az da olsa gençlerimiz var, her ne kadar bazı yazarlar(!) kendilerini pop star sansa da. Sayılarını artırmanın derdinde olmak varken, bu gençleri şu veya bu grubun piyonu ve de terörist olarak yaftalamakla nereye varılabilir ki.
 
Kendimizde köklü hiçbir değişimi başlatmamışken, durumumuz çölde serap görenin haline benziyorken nasıl örnek, model ülke olabilir Türkiye, özgürlük için isyan eden mazlum halkların ülkelerine. Sistemde köklü değişiklik olmadıkça Türkiye, bilinen zalim devletlerle stratejik ittifak zorunluluğundan kurtulabilir mi? Gerçekten tam bağımsız olabilir mi? Hak ve özgürlükler tam olarak hayata geçirilebilir, adalet ve gelecek güvencesi sağlanabilir mi?
 
Evet, Türkiye bölgesinde ve dünyada güzel değişim rüzgârlarına öncülük edecekse, önce kendinden başlamalı değişime. Bunun için de daha fazla geç olmadan, “Bunca zamandır neredeydin?” diye sorulmadan, sistemde köklü bir değişikliğe hemen başlanmalı.  Zira çok fazla insan kalmadı su diye gördüğünün serap olduğunu hâlâ fark etmeyen…
 
12 Aralık 2011 Pazartesi / Yeni Şafak
Share

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir