blank

Geçmişi unutmadan geleceğe bakmak

TEODORA DONİ Geçmişi unutmadan geleceğe bakmak

TEODORA DONİ
Geçmişi unutmadan geleceğe bakmak
 

Bu yazıyı yazmaya başladığım dakikalar; aylardır beklenen günün, 12 Eylül’ün ilk dakikaları. Yani bu ülkenin iyiliğinin, geleceğinin değil de söylemleriyle kimin kimi daha çok döveceğinin konuşulduğu aylardır devam eden o kısır tartışmaların biteceği günün ilk dakikaları. Hepimiz kabul etmeliyiz ki mübarek Ramazan ayının ve bayramının ruhuna yakışmayan tartışmalar çokça yapıldı. İnşallah tam seçim öncesine denk gelen mübarek Ramazan Bayramı’nın etkisiyle insanlar biraz da olsa sakinleşmiş, bu ülke için en doğru karar neyse sandıktan o çıksın diyerek sandık başına gitmiştir. Bu referandum, sonucu ne olursa olsun inşallah ülkemiz ve dolayısıyla çocuklarımız için yeni, güzel başlangıçların vesilesi olur ve o kısır tartışmalar da son bulur. Ben böyle olsun diye dua ediyorum. Siz bu yazıyı okurken referandum yapılmış olacak ve inşallah gereksiz tartışmalarla değil yeni umutlarla yeni bir haftaya başlamış olacağız.

Evet, yeni umutlar, yeni bir hafta ve gündemin kargaşasına dalıp unuttuğumuz minikler için heyecanlı, anne babalar için de hem heyecanlı hem endişeli günler başlıyor. Birinci sınıfa başlayan minik çocuklar ki bunlardan biri de benim oğlum, bugün ders başı yapacaklar. Çocuklar nasıl çarpık bir eğitim sitemine dâhil olduklarının elbette ki farkında değiller, çok şükür ki de değiller, ama biz büyükler farkındayız ve ister istemez heyecanımızdan çok endişelerimiz daha ağır basıyor. Çocukları her düşündüğümde Romanya’da geçen kendi çocukluğumu, okula başladığım günleri, öğretmenlerimi hatırlıyorum ve adeta o günlere geri dönüyorum.

Çocukken birçok şeye sevinirdik ancak bazı olaylar bizi üzdüğü gibi pireyi deve yaptığımız da olurdu. Okulun hiç bitmeyeceğini sandığımız geçmek bilmeyen günler de oldu ama şimdi çoğumuz, keşke o günleri tekrar yaşama şansımız olsaydı diyoruz. Belki çocukluğumuzun tadını çıkarırdık; günler, haftalar, aylar çabuk geçsin, bir an önce büyüyelim diye dua etmezdik.

Baskıcı bir eğitim sistemine rağmen gerçekten cesur, idealist öğretmenlerimiz vardı. Son zamanlarda yazılarımdan dolayı “siz de her şeye muhalifsiniz canım” cümlesini her duyduğumda ortaokuldaki beden eğitimi öğretmenimi anıyorum.   Aynı zamanda sınıf öğretmenimizdi, ilginç bir adamdı, Makedonya kökenliydi ki halk arasında bu insanlara Makedon denmezdi pek, daha çok “ sivrisinek” anlamına gelecek bir tanımlama kullanılırdı ve onların da böyle anılmaktan şikâyetleri yoktu.  Bu öğretmenimiz çok ilginç deyimler kullanırdı ki o deyimleri ondan başkası söylemezdi. Sisteme hep muhalifti ve bizlere de bunu enjekte etmek için gerçekten çok uğraşırdı. “Bir kulağından girip diğerinden çıkıyor” diye bir deyim var biliyorsunuz, Türkiye’de de kullanılıyor. Sınıf öğretmenimiz sırf bizi kızdırmak için” Yahu size anlattıklarım bir kulağınızdan girip diğerinden çıksa, transit geçerken kafanızda bir şeyler kalır, sizde bir kulağınızdan girip iki kulağınızdan çıkıyor dolayısıyla bir şey kalmıyor kafanızda” derdi. Basketbol oynarken veya antrenman yaparken topu tutamadığımızdaysa, “yahu ben yine unuttum bu toplara kulp takmayı, kulplu olunca daha rahat tutuluyor” diyerek bize kızardı, bizse gülerdik.

Çok iyi hatırlıyorum, ben ortaokulda iken ekmek karneyle veriliyordu, benzin de aynı şekilde. Bu durumu açıklamak için radyo, televizyon ve gazetelerde çeşitli rakamlar yayınlanıyordu, farklı teknolojik ürünlerin ithaline karşılık tahıl ürünleri verildiği ancak Çin’e tam aksine sayısız radyo ihraç edildiği söyleniyordu ki sınıf öğretmenimizin bu konudaki çok farklı yorumunu hiç unutamam. “Yahu Çin, bizim işe yaramaz, satın aldıktan sonra eve götürür götürmez bozulan radyolarımızla ne yapsın. Adamlar o radyoları ceviz ağacından yapılmış kutular içinde olsun diye şart koşuyorlar. Onlar radyolarımızla değil ceviz ağaçlarımızla ilgileniyorlar.”

Daha önce bir başka yazımda yazmıştım, Romanya’da okula gittiğim dönemde ilkokul dört, ortaokul dört yıldı. İlkokul öğrencileri sabahçı, ortaokul öğrencileri öğlenciydi. Birçok sebebi vardı bunun, küçük çocukların erken uyanmaya alışmaları, yaşları yakın olanlarla aynı ortamda bulunmaları gibi ki bana sorarsanız doğru bir uygulamaydı. Türkiye’de ise artık ilkokul ve ortaokul birleştirilmiş durumda ve 7 yaşındaki çocuklarla 15 yaşındaki çocukların aynı ortamda olmalarının pek doğru olmadığını düşünüyorum.

Evet, ilkokuldayken çok iyi hatırlıyorum, ablalarımızı, ağabeylerimizi çok kıskanırdık. Okul daima 15 Eylül ‘de başlardı ve o gün bütün öğrenciler okul kıyafetlerini giyip, çantasını alıp okulun yolunu tutardı. O gün okuldan kitaplar alınırdı sonra eve gidip kitapları ciltlemeye başlardık ki bu ciltleme işini biz ilkokul çocukları hemen yapmak zorundaydık ama diğerleri ders başı yapmadıkları için sonraya bırakırlardı. Nedeni oldukça ilginç, ilkokul öğrencileri hariç hiçbir öğrenci tarlalardaki bütün mahsuller toplanmadan ders başı yapmazdı. Her gün sabah erkenden okulun bahçesinde toplanan çocuklar otobüslerle tarlalara götürülürdü. Bu durum iki ay sürerdi. Biz ilkokuldayken bu tarlaya gitme işini hep çok eğlenceli bir iş gibi gördük ta ki biz de o eğlenceli işe gitmeye başlayana kadar. Hiç de eğlenceli değildi, ellerimizin donduğu, yağmur altında sırılsıklam olduğumuz günler çok oldu. Sanırım bu yüzden birçok şeyin kıymetini o zamandan öğrendim. Çocuklarımızın aynı zorlukları yaşamalarını elbette ki istemem ama kolay elde edilen hiçbir şeyin de değeri bilinmiyor.

Onun için geçmişte yaşadığımız zorluk ve sıkıntıları hiç unutmamak; ekmekten özgürlüğe, sıcak bir yuvadan sevgiye kadar insan için olan her şeyin, bütün güzelliklerin değerini çok iyi bilmek ve çocuklarımıza da çok iyi anlatmak, öğretmek zorundayız. Tabii ki bir an önce sağlıklı bir eğitim sistemini de hayata geçirerek. Bunun tam olarak gerçekleşebilmesi için yeni referandumlara gerek kalmaz inşallah.

13 Eylül 2010 Pazartesi / Yeni Şafak

Geçmişi unutmadan geleceğe bakmak  Geçmişi unutmadan geleceğe bakmak

Share

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir