blank

“İnsan her halükârda seçer”

TEODORA DONİ   “İnsan her halükârda seçer”

TEODORA DONİ  
“İnsan her halükârda seçer”
 

“Vadi”; yıllardır Ankara’da, yazarların, çizerlerin, akademisyenlerin, fikir ve sanat dünyasıyla yakın ilgisi olan insanların en önemli buluşma yerlerinden biriydi. Edebiyatla, sanatla ilgilenen gençlerin de ağabey ve ablalarıyla görüştüğü, fikir alışverişinde bulunduğu,  demli taze çaylar eşliğinde sıcak sohbetlerin edildiği Vadi’nin, müdavimleri için benzer mekânlardan çok daha farklı ve özel bir anlamı vardı.

Vadi’nin kapanacağı daha önceleri defalarca söylendiyse de her seferinde kapanma sebeplerini çözmek için mutlaka bir yol bulunduğundan kaçınılmaz son hep ertelendi.  Ancak artan ekonomik sıkıntılara, zorluklara ne yazık ki Vadi müdavimlerinin sevgili Ercan Şen Ağabeyi daha fazla direnemedi ve sonunda şair, yazar Mehmet Aycı’nın, Dünyabizim’de yayınlanan “Yeşil Karınca Vadisiydi” başlıklı yazısında dediği gibi “Vadi bu sefer gerçekten kapandı”.

Evet,  Vadi kısa bir süre önce kapanmış ve buna çok üzülmüştük. Tek tesellimiz yayınevinin de kitapeviyle birlikte kapanmamış olmasıydı. Vadi Yayınları yeni kitaplar yayınlamaya, yayınlananların tekrar basımlarını yapmaya devam edecek. Mehmet Aycı’nın yazısında dediği gibi; “O çocuklar öyle mahzun ağlamaya gittiler” dizesinin şairi İlhami Atmaca’nın tasarımı Yeşil Karınca logosu tekrar basımlarıyla birlikte bir nice kitap üzerinde, elinde kalemi, kitaplara yaslanmış halde gülümsemeye devam edecek.”

Vadi hakkında yazmayı çok istediğim halde bir türlü yazamamıştım. Çünkü o zaman yazsaydım sadece bir “Vadi’ye vefa” yazısı değil aynı zamanda bir “Vadi’ye veda” yazısı olacaktı ve ben vedaları hiç sevmem. Şimdi iyi ki yazmamışım diyorum çünkü Vadi’nin kapanmasıyla müdavimleri bir arayış içine girdiler ve nihayet hem kendileri hem Ankara yeni bir mekâna kavuştu. Çoğu insanın Vadi’den tanıdığı, benim de kendisiyle orada tanıştığım İbrahim Çolak’ın öncülüğünde, “İhtiyar” adıyla Ataç 1 sokakta açılan bu yerde, Vadi’de olduğu gibi hem kitap var, hem de demli taze çay.

Geçtiğimiz Cumartesi günü İhtiyar’ın açılışına gittik. Başta Vadi’nin müdavimleri olmak üzere şairler, yazarlar, akademisyenler, gazeteciler, gençler, herkes oradaydı. Öyle sanıyorum ki tüm bu güzel insanlar, bu çok sade ve çok samimi mekâna, hem İbrahim Çolak’ı bu önemli gününde yalnız bırakmamak hem de Vadi kapandıktan sonra dağılan insanları tekrar bir arada görmek için gelmişlerdi. Vadi’nin müdavimleri o kadar hızlı ve iyi organize olmuşlardı ki Vadi’nin devamı sayılabilecek bu yeni mekânı, İhtiyar’ı açmakla kalmayıp aynı zamanda İhtiyar isimli bir dergi de çıkartmışlar ve açılışa yetiştirmişlerdi. Sınırlı sayıda basılan dergide, çok kısa bir sürede hazırlanmasına rağmen çok sayıda yazarın yer aldığını da görünce işte dayanışmanın gücü dedim kendi kendime. Bir de sloganı var İhtiyar’ın hem tabelada hem dergide: “İnsan her halükârda seçer” diye. İhtiyar’ın bir diğer ya da asıl anlamı “seçmek” çünkü.

Açılıştan sonra Bülent Akyürek, C4 Kitap’tan yayınlanan son kitabı Mavi Marmara Risalesi’ni okuyucular için imzalamaya devam ederken biz Ercan Şen’in “Hamamönü’ne hamsi yemeye gidelim” davetini kabul ederek oradan ayrıldık ve onun rehberliğinde gerçekten çok ilginç yerler gezdik. Uzun zamandan beri gitmek istediğim ama fırsat bulamadığım için gidemediğim yerlere gittik. Sıtkı Caney, Meryem Karagöz ve Fethiye’den gelen tarih araştırmacısı ve hukukçu Ömer Karayumak ile birlikte Ercan Şen’in rehberliğinde kendisinin Ankara’nın kestirmeleri dediği yollardan geçerek uzun süre yürüdük. O uzun yürüyüşten sonra Ercan Şen nihayet bir sokağın başında durdu ve bize rehberlik etmeye başladı. Gittiğimiz yer Hamamönü sokağıydı. Özgün yapılarına uygun olarak onarılmış ve yenilenmiş tarihi evleri ve dükkânları görür görmez Balkanları ve ülkemi hatırladım. O an ülkemi ne kadar çok özlediğimi ve halen içinde yaşadığımız modern binaların ne kadar soğuk ve kişiliksiz olduğunu bir kez daha fark ettim. Bir yandan ülkeme olan özlemimi biraz olsun giderebildiğim için mutlu olurken diğer yandan köklerimizden o büyük medeniyet ikliminden, hayatın gerçek güzelliklerinden ne kadar uzaklaştığımızı, günlük koşuşturmalara dalıp neleri kaçırdığımızı düşünüp üzüldüm.

Sokağın sonuna Hamamönü meydanına vardığımızda Ercan ağabeyimiz, “en lezzetli hamsinin yeri işte burası” diyerek iki sokağın birleştiği yerde, köşe başında ve meydanı gören iki katlı güzel bir binayı gösterdi. Tabelasına baktım, “Ganita” ve ismin hemen altında da “Köfte & Balık” yazıyordu. İçeriye baktıktan sonra hava güzel diyerek dışarıda oturduk. Menü seçimini Ercan beye bırakmıştık, hamsi çorbası, hamsi mangal, hamsi kızartma diyerek art arda sıralayınca bir ara tatlının bile hamsili olacağını düşündüm. Gerçekten çok temiz bir yer ve yemekle arası hiç de iyi olmayan biri olarak ben yemekleri çok beğendim. Biraz zor anlar yaşattık Ganita’nın sahibine ve çalışanlarına çünkü defalarca masa değiştirdik ama buna rağmen büyük bir sabırla ve güler yüzle her isteğimizi yerine getirdiler.

Buraya kadar gelmişken Ganita’nın çok yakınında ki Tacedddin Dergâhı’nı ziyaret etmemek olmazdı ki ben daveti daha çok bunun için kabul etmiştim. Çünkü orada hem Taceddin Veli’yi, hem dergâhın hemen yanı başındaki Üstad Mehmet Akif Ersoy’un uzun yıllar yaşadığı evini hem de dergâhın önündeki Başkan Muhsin Yazıcıoğlu’nun kabrini ziyaret edebilecektim. Öyle de oldu, hepsini ayrı ayrı ziyaret ettik. Hem Taceddin Dergâhı’nda, hem Mehmet Akif Ersoy’un evinde hem Muhsin Başkan’ın kabrinin başında inanılmaz bir kalabalık vardı. Buna çok sevinmiştim, insanların çok sevdikleri gönül ve dava adamlarını unutmamalarına…

Evet, tekrar tekrar sevindiğim güzel bir gündü ve daha iyi anladım ki gerçekten “insan her halükârda seçer”. Teşekkürler “İhtiyar”, Teşekkürler “Ganita”, teşekkürler sevgili Ercan Şen ağabey.

 25 Ekim 2010 Pazartesi / Yeni Şafak

“İnsan her halükârda seçer”

Share

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir