blank

Nasıl anlatabilirim ki…

blank

TEODORA DONİ
Nasıl anlatabilirim ki…
 
Yaren Kayıp adıyla yazan bir genç hanım kardeşimizin ''sen güldüğünde; / değişiyor benim gönül dünyamda düzen"  dizeleriyle başlayan “Ve sen her güldüğünde; / İstanbul oluyor yüreğim…" dizeleriyle biten  ''Gülüşü Şehr-i Yar" adlı şiirini okudum birkaç gün önce.

Yaren Kayıp, yüreği güzel bir kardeşimiz. Gülümseyebilmenin ve gülümsetebilmenin güzelliğini çok güzel dile getirdiği ''Gülüşü Şehr-i Yar" şiirinde yine bu yürek var. Hiç ummadığım anlarda bazen sabahın ilk saatlerinde bazen vakit gece yarısını geçtiğinde "yengemi gülümsetmek istemiştim" diyerek bana yazıp gönderdiği satırlarda da…

Evet, hayatın bütün zorluklarına rağmen gülümseyebilmeyi ve gülümsetebilmeyi başarabilen güzel bir yüreğin güzel şiirindeki o samimi, içten dizeler bana neler hatırlatmadı ki neler düşündürtmedi ki…

O dizeleri okumadan kısa bir süre önce annem telefonla beni aramıştı. Rüyasında beni gördüğünü ve rüyadaki halimi çok özlediğini eskisi gibi gerçekten güldüğümü anlatmıştı.

Anneme ne diyebilirdim ki…  Ona nasıl anlatabilirdim ki beni arayan hiç tanımadığım telefon numaralarına cevap verdiğimde eskilerde kalmış eski dostların üzüntülü seslerini duyduğumu… Sadece “sen haklıydın” demek için veya “helallik” istemek için aradıklarını…

Nasıl anlatabilirdim ki ömrümün yarısı bu ülkede geçtiği halde insanların yabancı olduğumu hatırlatmak için adeta birbiriyle yarıştığını…

Nasıl anlatabilirdim ki en son altı ay önce Romanya'ya gittiğimde aklımın Türkiye’de benim gibi yabancı ve üç tane çocuğu olan çaresiz bir hanımda kaldığını…  Romanya’dan döndüğümde, o günlerde henüz resmi olarak kurulmamış olan Anadolu Ahde Vefa Derneği gönüllülerinin topladıkları yardımı ulaştırmak için eşim ve arkadaşı o çaresiz hanımın evine gittiklerinde üç çocuğu yaşlı dedeleriyle bulduklarını, çünkü annelerinin eşinin borcundan dolayı cezaevine girdiğini…

Nasıl anlatabilirdim ki Ankara'da Kocatepe Camii avlusunda, 16 Temmuz Gençlik Hareketi'nin iftarına gittiğimizde bir seyyar satıcının bana doğru bağırarak “şehit çocuklar dururken sizler Somalilere yardım topluyorsunuz” dediğinde neler hissettiğimi… Ona acıyarak baktığımı, içimden "ah be kardeşim, o şehitlerin çoğu zaten çocuk denecek yaştaydı" dediğimi, bir cami avlusunda, orada yardım ve dayanışma için toplanan insanların oruçlu olduğunu bile bile hiç tanımadığı bir kadının yüzüne baka baka büyük bir saygısızlık, cehalet ve cesaretle o sözleri sarf edebildiğini nasıl anlatabilirdim ki.

Yaren Kayıp'ın şiirindeki "doğudaki çocuklar yalnızca anneleri için /papatya toplamaya çıkıyor olsun dağlara…" dizelerini okuduğumda neler hissettiğimi nasıl anlatabilirdim ki anneme. Bu ülkede uzun zamandan beri papatya toplamak için dağlara çıkılmadığını çıkan çocukların ise “Ceylan” gibi vurulduğunu ya da nerelerde döşendiği unutulan mayınlara basarak öldüğünü, nasıl anlatabilirdim ki. Anneme, burada annelerin çoğunun kendisi gibi güzel rüya göremediğini nasıl anlatabilirdim ki.

Yusuf Ziya Cömert'in "Benim bu yüzden ideolojim yok" başlıklı yazısındaki "Ben Somali'den bahsetmek istiyorum. Bundan tam 20 yıl önce gittiğim ve hayatımın en büyük dersini aldığım Somali'den. …Bosna vardı o zamanlar, popüler, herkesin ilgi odağı." satırlarını okuduğumda, özellikle "popüler" hatırlatmasının canımı ne çok acıttığını nasıl anlatabilirdim ki.  Bir kelimeyle acı bir gerçeğin bütün çıplaklığıyla anlatıldığını her zaman sadece popüler olanın herkesin ilgi odağı olduğunu, ne yazık ki Müslümanlar için de böyle olduğunu ve bunun içimi ne çok acıttığını nasıl anlatabilirdim ki.  Bir mazlumiyetin ilgi odağımız olabilmesi için ille de ayrıca popüler olması mı gerekiyor, neden? Yoksa birçoğunun tek derdi popüler olmak mı ve bunun için mi sadece popüler olanı gündemine taşımak, popüler olanla birlikte daha çok anılmak için mi?

12 Haziran milletvekili seçimlerinin ardından Sayın Başbakan, ünlü Balkon Konuşmasında “Bugün küresel ölçekte mağdurların, mazlumların umudu kazanmıştır. Bugün İstanbul kadar Saraybosna kazanmıştır. İzmir kadar Beyrut kazanmıştır. Ankara kadar Şam kazanmıştır. Diyarbakır kadar Ramallah, Nablus, Cenin, Batışeria, Kudüs, Gazze kazanmıştır.” demişti. Özellikle Filistin'in neredeyse bütün şehirlerini saymıştı ve medyamız da buna büyük bir heyecanla dikkat çekmişti.

Ama ne yazık ki şimdi Gazze yine günlerdir bombalanıyor olmasına rağmen ilgi odağı olamıyor artık her nedense. Artık Gazze bu konuda duyarlı sandığımız medya için popüler değil mi yoksa ve sadece bu yüzden mi söz edilmiyor artık Gazze’den. Böylesi soruları her sorduğumda, bütün tepkileri bütün yanlış anlaşılmaları göze alıp yüreğimin hissettiğini her dile getirmeye çalıştığımda hep İslam’ı tam benimsememekle,  Müslümanları tam tanımamakla suçlandığımı nasıl anlatabilirdim ki.

Hak ve özgürlüklerin hala bir türlü tam olarak sağlanamadığı, kardeşkanının akmaya devam ettiği, Salih Mirzabeyoğlu gibi şair ve yazarların sadece yazdıkları yüzünden hala hapiste olduğu bir ülkede üstelik tüm İslam coğrafyasındaki mazlumların yükselen çığlıklarını duyarak gülümseyebilmemin ne kadar zor olduğunu buralardan çok uzaklardaki anneme nasıl anlatabilirdim ki… Hem yarının mübarek Ramazan Bayramı olduğunu ama benim sevinemediğimi de… Yine de tüm İslam Milleti olarak Bayramımız “Bayram” Olsun inşallah.

29 Ağustos 2011 Pazartesi / Yeni Şafak

 

Share

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir