blank

Türkiye, İran ve Suriye anlaşsın yeter

TEODORA DONİ Türkiye İran ve Suriye anlaşsın yetera

TEODORA DONİ
Türkiye, İran ve Suriye anlaşsın yeter
 
Günlerdir hiç aklımdan çıkmıyor ve gözümün önünden de bir türlü gitmiyor o yürek burkan görüntü. Parçalanan çenesine rağmen ayakta duran, adeta bakın ben ülkemde yaşanan zulme karşı vurdurmazlığınızı yüzünüze çarpmak için hemen ölmedim dercesine ayakta duran o çocuğun görüntüsü…
 
Suriye'de yaşanan vahşetin acımasızlığını bütün çıplaklığıyla gösterircesine öylece duruyordu çocuk, farkında mıydı o anda ne halde olduğunun, şokta mıydı, anlaşılmıyordu.
 
Bu satırları yazarken bile kalbim hala sıkışıyor ki o görüntüyü ilk gördüğüm günün gecesinde Sayın Davutoğlu gibi sadece uykum kaçmamıştı neredeyse kalp krizi geçirecektim.
 
O çocuk şimdi hayatta mı, nerede, ne halde, Allah bilir. Annesi ne durumda, yüreği dayanabildi mi?
 
O çocuk gibi daha kaç masum o hale gelecek. Hangi ulvi dava için, hangi sistem, hangi iktidar uğruna ve ne tür hesaplar yapılıyor o masumların hayatları üzerine.
 
Günlerdir bu sorularla boğuşuyorum. Herkes olup biteni uluslararası siyasi dengelerle, strateji tahminleriyle, komplo teorileriyle açıklamaya çalışıyor. Ancak bu,  karışık kafaların daha da karışmasından başka bir işe yaramıyor. Herkes garip bir dil kullanır oldu, neredeyse herkes strateji uzmanı ve tasnifler de “mazlumlar-zalimler” diye değil, “kaybedenler-kazananlar” diye yapılıyor.
 
Bu bakış açısından beslenen duyarsızlaşmayla ne kadar alakalı bilemiyorum ama görünen o ki yanı başımızda yaşanan trajedi, son günlerde Türkiye’de gündem dışı kaldı tamamen. Bunun yerini bambaşka bir tartışma aldı, bir hesaplaşmadan, hatta hesaplaşmalardan söz ediliyor.
 
Bu nasıl oldu doğrusu bilemiyorum ama bu tartışmalarla çok ürkütücü bir havanın esmeye başladığı da açıkça ortada ve bir kez daha hep birlikte görüyoruz ki geçmişte yaşanan nice acı olaydan hiç ders alınmamış, alınmıyor. 27 Mayıs’ların da, 12 Eylül’lerin de, 28 Şubat’ların da nasıl ve neden olduğu artık çok iyi bilinmesine rağmen hala birileri tarafından her şey bilmezlikten gelinip, henüz duyulmuş, öğrenilmiş gibi davranılıp gerçeklerin üstü örtülmeye çalışılıyor.  Nasılsa insanlar ne verilirse onu alıyor, ne gösterilirse ona inanıyor, sorgulama ihtiyacı hissetmiyor diye milletin huzuruyla, kardeşliğiyle, geleceğiyle pervasızca oynanılıyor. Bu oyunun en ürkütücü tarafı da tekrar tekrar ve her defasında millet adına birileriyle hesaplaşma gibi sergilenmesi…
 
Evet, bir hesaplaşmadan söz edilebilir ama bu millet adına millet için bir hesaplaşma değil, başka güçlerin birbiriyle hesaplaşması sadece…
 
Peki, millet ne zaman hesaplaşabilecek bunlarla, tekrarlanan bu oyun, sürüp giden bu kötü devran, bu milletin, bu ülkenin kaderi mi, diye sormadan edemiyor insan.
 
Nasıl sormadan edebilir ki insan. Daha geçtiğimiz hafta birileri Adıyaman’da Alevi Müslümanları, bir bir evlerinin kapılarına işaret koyarak hedef gösterdi. Bununla uzun bir süre önce Ortadoğu genelinde yeniden başlatılan ve silahlı çatışmalara kadar varan Şii- Sünni gibi mezhep ayrımcılığının Türkiye’de de iç çatışmaya yol açmasından başka ne amaçlanmış olabilir ki. Aklı başında her insan bunun böyle olduğunu kolayca anlayabilir.
 
Asıl anlaşılmayan ve de üzücü olan Türkiye’de eli kalem tutan bazı kimselerin bu mezhep ayrımcılığının yayılıp serpilmesine yazılarıyla adeta çanak tutmaları. Buna en hafifinden sorumsuzluk denir.
 
Sorumsuzluk demişken kimin nereye kadar ve ne kadar sorumlu olduğunu artık vicdan sahibi herkesin sorgulaması ve kendi payına düşeni kendine sorması gerekiyor da diyelim.
 
En başta da yanı başımızda Suriye’de hala yaşanan büyük acılardan kimler ne kadar sorumlu diye gündeme teslim olmadan düşünebilen kaç kişi var acaba merak ediyorum.
 
Darbeler, muhtıralar, postmodern darbeler görmüş, Dersim, Maraş, Sivas, Gaziosmanpaşa, Uludere olaylarını yaşamış, yıllarca terörle uğraşmış kısacası birçok deneyimden geçmiş köklü bir devlet geleneği olan bir ülke olarak Türkiye, Suriye’de olup bitenlere karşı nasıl bir tutum içerisinde olacağına bir türlü net karar veremiyor.
 
Tunus, Mısır, Yemen ve Libya’daki halk ayaklanmaları sırasında sürekli model ülke olarak konuşulan ve o süreçlere tanık olan Türkiye şimdi Suriye konusunda farklı gelgitler yaşıyor. Başlangıçta Esad’ı sert bir şekilde uyaran Türkiye, şimdi Yemen modelinin Suriye için en uygun çözüm olacağını söylüyor. Buna gerekçe olarak da muhaliflerin ülkeyi yönetmeye hazır olmadığı gösteriliyor.
 
Yemen modelinin uygulanması demek; Esad’ın muhatap alınması ve onunla uzlaşma sağlanması demek. Bu saatten sonra bu uzlaşmaya Türkiye’nin aracılık etmesi mümkün mü? Sanmıyorum çünkü Türkiye, Esad’la ipleri koparalı çok zaman oldu ve Suriye’de kan akmaya devam ediyor.
 
Yemen modeli uygun çözüm mü, uygulanabilir mi tartışılabilir. Kesin olan tek şey var ki o da akan kanın derhal durdurulması gerektiği. Bunun için de bütün insanlığın ittifak etmesi şart değil. Müslümanlar ittifak etsin yeter. Hatta sadece Türkiye, İran ve Suriye anlaşsın yeter.
 
5 Mart 2012 Pazartesi / Yeni Şafak
Share

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir